Rahman ve Rahim olan adıyla
Merhaba Sevgili Dostlar
Geçen hafta Cuma namazı için camiye gitmiştim. Hutbenin konusu İslam’ın hayatımızdaki yeri ve önemi , İslamiyet’in bir yaşam biçimi olduğu ile alakalı idi. Hutbeyi dikkatle dinledim ve anladım ki bizim millet olarak en büyük eksiğimiz ve kusurumuz belki de tam da bu idi . Yani yüce dinimiz İslam’ı bir yaşam biçimi olarak benimsememiş olmamızdı. Namazdan sonra uzun uzun düşündüm ve bu konuyu kafamda derinlemesine irdeledim .
Sokakta yürüyorum, çevrem de İslam’a ait iz ve nişanlar aradım. İnsanları uzun uzun seyrettim. İnsanların sokaktaki tavır ve davranışlarına baktım. Hatta geçmişe yöneldim. Acaba İslamiyet sadece haftada bir Cuma namazına mı gitmekti. Ya da sadece evde kıldığımız beş vakit namaz kılmaktan mı ibaretti.
Ve birden yaşlı bir teyzemizin hatırası aklıma geliverdi. Yıllar önce bir gün söz arasın da bize hitaben dedi ki: Biz eskiden eşlerimizin, çocuklarımızın Cuma Namazından gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Onlar Cuma namazından gelince hutbede ne öğrendiler ise bizimle paylaşırlar biz de bundan dolayı çok mutlu olur, onları dikkate dinlerdik ve öğrendiklerimizi yaşamaya çalışırdık. Ne kadar güzel değil mi?
Ben de çocuk iken hep beş vakit namaz kılanları görür onlara çok imrenirdim. Onların tartışmasız cennete gideceklerini sanırdım . Şimdi anlıyorum ki, beş vakit namazı kılmak tabi ki çok faziletli çok önemli ancak yukarıda belirttiğim gibi İslam’ı tam olarak yaşam biçimi haline getirmediğimiz için sanki biraz yetersiz kalıyor. Günlük koşuşturmalar, dünya işleri bizi namazın ruhunu tam olarak kavramamızı önlüyor. Bunun üzerine de İslamiyet’i tam olarak hayatımızın merkezine ilim ile irfan ile birleştirip koyamadığımız için kalp saffetini tam olarak yakalayamıyoruz. Aslında mensubu olduğumuz din hayatımızın her anını kuşatıyor. Sabah kalktıktan gece yatıncaya kadar her ne yapıyorsak bize yol gösteriyor ışık tutuyor, bize ulvi yüce bir hayat örneği sunuyor. Yani İslam’ı özüne uygun yaşamış olsak bakın hayatımız, yaşantımız nasıl değişiverecek.
Yürüyüşümüz, bakışımız, duruşumuz, konuşmamız, giyim kuşamımız , yememiz içmemiz her şey ama her şey çok farklı oluverecektir. Hatta komşuluk ilişkilerimiz aile hayatımız bambaşka olacaktır. Eski Anadolu ihtiyarlarını gözümün önüne getiriyorum. Ne vakur bir duruşları vardı. Hemen hemen hepsi elinde tesbih, aksakallı nur yüzleri ile cam kenarlarındaki tahta divanlara oturur, sanki hep dağların ovaların arkasını gözlerler ve dillerinden zikirler hiç eksik olmazdı. Her fırsatta Allah’ı imanı İslam’ı anlatırlardı. Kendine has bakışları, kendine has giyimleri hatta kendine has kokuları vardı. Ya fedakar ninelerimiz; hiç durmadan çalışırlar namazlarını da hiç aksatmazlardı. Onlar sanki şimdi toplumumuzdan uçup gittiler… Ya bizler nasıl olacağız hiç hayal ettiniz mi. Yeni kuşak ihtiyarlara bakalım şimdi. Hemen hemen hepsi hacca varıp geliyorlar. Ancak o hacdaki yakaladıkları saffeti, o pak ruh halini yaşatan çok az hacıya şahit oldum ben.
Şimdi düşünün bir kere hacca vardınız bir ay boyunca yündünüz yıkandınız, artık ayağınız yere basmıyor. İslam tüm benliğinizi sardı. O aşk o heyecan sanki asrı saadeti yaşıyorsunuz. Artık siz her şeye tövbe ettiniz. Yandınız kül oldunuz artık cenneti arzulayan bir ruha eriştiniz. Ancak hacdan dönüyorsunuz. Hava alanına bir indiniz o da ne; sanki ayrı bir dünyaya geldiniz. İşte kırılma anı işte İslami yaşam biçimi ile İslami olmayan yaşam biçimi arasındaki ince çizgi. İşte imtihan sırrı.
Eve geldiniz baktınız her şey aynı bıraktığınız yerdeki gibi herkes dünyanın peşine takılmış sürükleniyor. Diziler, kokuşmuş hayat, insanlar arasında kopmalar, didişmeler. Ve insanlar tercih yapmak zorunda kalıyor ya oda eski hayatına devam edecek ya da o hacdaki saffetini koruyacak. Maalesef çoğunlukla İslami yaşam biçiminden kopuveriyoruz. Dört kere hacca varıp gelip ardından hiçbir şey yaşamamış gibi pembe diziler başına geçiveriyoruz ya da İslam çizgisinden çıkıveriyor bir çok kalbi kırabiliyoruz. Bakın Yunus Ata ne güzel söylemiş:
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Sonuç ya İslam’ı özüne uygun olarak yaşayacağız ve İslam’ı hayatımızın merkezine koyacak ve İslami yaşam biçimini benimseyeceğiz . Yada bu yaşadığımız hayat bizi hem dünyada hem ahirette hüsrana uğratacaktır.
Kendim kurguladığım kısa bir anekdotla yazıma son vermek istiyorum.
Bir Hristiyan ülkemize gelmiş, dinimizi ve Türk toplum yapısını uzun uzun inceliyormuş. Bizim Türklerden biri, adamın turist olduğunu anlamış başlamış ona İslamiyet’i anlatmaya. İslam şöyle yüce bir din böyle güzel bir din. Biz Müslümanlar şöyleyiz böyleyiz.
-Turist sormuş siz iyi bir Müslümansınız?
Adam gururla: Evet demiş.
Turistte gülümseyerek alaycı bir dil ile: Öyleyse ben de inzivaya çekilmiş iyi bir keşişim demiş.
Ne anladı iseniz….
Sevgi ve saygılarımla…
ALİ HANLI 30-11-2015