30 Kasım 2015 Pazartesi

İSLAMI YAŞAM BİÇİMİ HALİNE GETİRMEK


Rahman ve Rahim olan adıyla
Merhaba Sevgili Dostlar

     Geçen hafta Cuma namazı için camiye gitmiştim. Hutbenin konusu İslam’ın hayatımızdaki yeri ve önemi , İslamiyet’in bir yaşam biçimi olduğu ile alakalı  idi. Hutbeyi dikkatle dinledim ve anladım ki bizim millet olarak en büyük eksiğimiz ve  kusurumuz  belki de  tam da bu idi . Yani yüce dinimiz İslam’ı bir yaşam biçimi olarak benimsememiş olmamızdı. Namazdan sonra uzun uzun düşündüm ve bu konuyu kafamda derinlemesine irdeledim . 
Sokakta yürüyorum,  çevrem de  İslam’a ait iz ve nişanlar aradım. İnsanları uzun uzun seyrettim. İnsanların sokaktaki tavır ve davranışlarına  baktım. Hatta geçmişe yöneldim. Acaba İslamiyet sadece haftada bir Cuma namazına mı gitmekti.  Ya da  sadece evde kıldığımız  beş vakit namaz kılmaktan mı ibaretti.
Ve birden yaşlı bir teyzemizin hatırası aklıma geliverdi. Yıllar önce  bir gün söz arasın da bize hitaben dedi ki:  Biz eskiden eşlerimizin,  çocuklarımızın Cuma Namazından gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Onlar Cuma namazından gelince hutbede ne öğrendiler ise bizimle paylaşırlar biz de bundan dolayı  çok mutlu olur,  onları dikkate dinlerdik ve öğrendiklerimizi yaşamaya çalışırdık. Ne kadar güzel değil mi?
Ben de çocuk  iken hep beş vakit namaz kılanları görür onlara çok  imrenirdim. Onların tartışmasız  cennete gideceklerini sanırdım . Şimdi anlıyorum ki,  beş vakit namazı kılmak tabi ki çok faziletli çok önemli ancak yukarıda belirttiğim gibi İslam’ı tam olarak yaşam biçimi haline getirmediğimiz  için sanki biraz yetersiz kalıyor. Günlük koşuşturmalar,  dünya işleri bizi namazın ruhunu tam olarak kavramamızı önlüyor. Bunun üzerine de İslamiyet’i  tam olarak  hayatımızın merkezine ilim ile irfan ile birleştirip koyamadığımız için kalp saffetini tam olarak yakalayamıyoruz. Aslında mensubu olduğumuz din hayatımızın her anını kuşatıyor. Sabah kalktıktan gece  yatıncaya kadar  her ne yapıyorsak bize  yol gösteriyor ışık tutuyor, bize ulvi yüce bir hayat örneği sunuyor. Yani İslam’ı özüne uygun yaşamış olsak bakın hayatımız,  yaşantımız nasıl değişiverecek.
Yürüyüşümüz,  bakışımız, duruşumuz, konuşmamız,  giyim kuşamımız , yememiz içmemiz her şey ama her şey çok farklı oluverecektir. Hatta komşuluk ilişkilerimiz aile hayatımız bambaşka olacaktır. Eski Anadolu ihtiyarlarını gözümün önüne getiriyorum. Ne vakur bir duruşları vardı. Hemen hemen hepsi elinde tesbih,  aksakallı nur yüzleri ile cam kenarlarındaki  tahta divanlara  oturur, sanki hep dağların ovaların arkasını gözlerler ve dillerinden zikirler hiç  eksik olmazdı. Her fırsatta Allah’ı imanı İslam’ı anlatırlardı. Kendine has bakışları, kendine has giyimleri hatta kendine has kokuları vardı. Ya fedakar ninelerimiz;  hiç durmadan çalışırlar namazlarını da  hiç aksatmazlardı. Onlar sanki şimdi toplumumuzdan uçup gittiler… Ya bizler nasıl olacağız hiç hayal ettiniz mi. Yeni kuşak ihtiyarlara bakalım şimdi. Hemen hemen hepsi hacca varıp geliyorlar. Ancak o hacdaki yakaladıkları saffeti, o pak  ruh halini yaşatan çok az hacıya  şahit oldum ben. 
Şimdi düşünün bir kere hacca vardınız bir ay boyunca yündünüz yıkandınız,  artık ayağınız yere basmıyor. İslam tüm benliğinizi sardı. O aşk o heyecan sanki asrı saadeti yaşıyorsunuz. Artık siz her şeye tövbe ettiniz. Yandınız  kül oldunuz artık cenneti arzulayan bir ruha eriştiniz. Ancak hacdan dönüyorsunuz. Hava alanına bir indiniz o da ne; sanki ayrı bir dünyaya geldiniz. İşte kırılma anı işte İslami yaşam biçimi ile İslami olmayan yaşam biçimi arasındaki ince çizgi. İşte imtihan sırrı.
Eve geldiniz baktınız her şey aynı bıraktığınız yerdeki gibi herkes dünyanın peşine takılmış sürükleniyor.  Diziler, kokuşmuş hayat,  insanlar arasında kopmalar, didişmeler.  Ve insanlar tercih yapmak zorunda kalıyor ya oda eski hayatına devam edecek ya da o hacdaki saffetini koruyacak. Maalesef çoğunlukla  İslami yaşam biçiminden kopuveriyoruz. Dört kere hacca varıp gelip ardından hiçbir şey yaşamamış gibi pembe diziler başına geçiveriyoruz ya da İslam çizgisinden çıkıveriyor bir çok kalbi kırabiliyoruz. Bakın Yunus Ata ne güzel söylemiş:
Bir kez gönül yıktın ise 
Bu kıldığın namaz değil 
Yetmiş iki millet dahi 
Elin yüzün yumaz değil

Sonuç ya İslam’ı özüne uygun olarak yaşayacağız ve İslam’ı hayatımızın merkezine koyacak ve İslami yaşam biçimini benimseyeceğiz . Yada bu yaşadığımız hayat bizi hem dünyada hem ahirette hüsrana uğratacaktır.
Kendim kurguladığım kısa bir anekdotla yazıma son vermek istiyorum. 
Bir Hristiyan ülkemize gelmiş,  dinimizi ve  Türk toplum yapısını uzun uzun inceliyormuş. Bizim Türklerden biri,  adamın turist olduğunu anlamış başlamış ona İslamiyet’i anlatmaya. İslam şöyle yüce bir din böyle güzel bir din. Biz Müslümanlar şöyleyiz böyleyiz. 
-Turist sormuş siz iyi bir Müslümansınız? 
Adam gururla:  Evet demiş.
Turistte  gülümseyerek alaycı bir dil ile:  Öyleyse ben de inzivaya çekilmiş iyi  bir keşişim  demiş. 
Ne anladı iseniz….  
Sevgi ve saygılarımla…

ALİ HANLI 30-11-2015

26 Kasım 2015 Perşembe

Hayırlı cumalar...


MİLLİ DİZİLERİMİZ ÜZERİNE…

 
Merhaba değerli dostlar
Uzun bir aradan sonra yeniden bir köşe yazısı ile karşınızdayım… aslında amacım şiire devam etmekti. Ancak ara sırada olsa farklı bir heyecan oluşturmak sizleri  fazla sıkmamak için bazen bende derin iz bırakan olayları sohbet tadında sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şundan endişe ediyorum. Eğer o beni heyecanlandıran,  düşündüren yazımı o an kaleme almaz isem hafızamdan silinip  gidiyor. Sonra da bir daha kaleme alamıyorum.
Daha önce hatırlarsanız, gösterime yeni girdiği sıralar  ‘’Diriliş Ertuğrul ‘’  dizi filmi üzerine ‘’ Milli Film Politikamız Nasıl Olmalı’’ diye bir yazı kaleme almıştım. Ve bu filme övgüler yağdırmıştım.(Geçmiş yazılarıma bir göz atın lütfen)  Aradan,  aşağı yukarı bir yıl geçti. Ben o diziyi en fazla,  yarım yamalak iki üç bölüm daha izleyebildim.
Ve anladım ki;  bu dizi alanında bir ilk ise   ki,  ben onu öyle görüyorum.  Bizim milli film yada filmler konusunda  daha çok ekmek tüketmemiz gerekir. Neden böyle söylüyorum? Bir kere bizim en büyük sıkıntımız en büyük eksiğimiz;  bakın cümlelerime dikkat ediniz hiç yabancı kelime kullanmamaya çalışıyorum. Fazla izlenme efendim şan,  şöhret adına ne varsa bütün değerleri ,  her şeyi ayaklar altına almamızdan kaynaklanıyor. Bakın bir filme takılı kalmayınız. Zaten her şey umumiyete bakar.   Bütün dizilerimize şu sihirli kutunun büyüsünden kurtularak  şöyle bir göz atın. Neyi,  nelere  nasıl değişiyoruz. 
Yada benim gibi yapınız,  onu sizi alıp sürükleyen başka dünyaya götüren bir zevk ve sefa aracı olarak değil de; filmin her karesinin nasıl ve  ne niyetle çekildiğini hayal ediniz. Filmi kare kare irdeleyin lütfen.
Mesela bir sahne oynanırken sağdan birilerinin sanatçıya  motor…. Yada söyleyeceği cümleleri hatırlattığını  hayal ediniz.  Gerçekte bu film  bir fotoğraf kareleridir ve her karede bir sır saklıdır. Hiçbir kare boşa çekilmemiştir. Hadi sizde filme böyle bakınız,  sihirli kutunun sihriniz bozunuz lütfen. Ve devam edelim bir sahne; insanlar ellerinde içki bardaklarıyla, kılığıyla kıyafetiyle sana bir mesaj veriyor. Ve sen o sahneye çoluk çocuğunla  beraber bakıyorsun.  
Sevgili anneler ve babalar şimdi sorgulayın lütfen  kendinizi .  Bu sahne bana ne anlatıyor. Çoluk çocuğuma   ne mesaj veriyor. Onların gözüyle sahneye bir bakın,  hatta büyüyü bozunuz ve büyülenmiş gibi sahneye kilitlenmiş olan  kendi aile efradınıza bir bakın. Ne alıyorlar karşılığında ne kaybediyorlar…. Bu dediklerimi yapacak yürekli anne babalara ihtiyacım var. Siz onlardan birisi olun lütfen.
Söz fazla uzatmayacağım. En çok üzüldüğüm nokta;   insanlarımıza sürekli  medya ile operasyon yapılıyor ve bizlerde maalesef her gün farkına varmadan zehirleniyoruz. Ondan sonra daha baharın ilk ayazında soğuk vuran meyveler gibi dökülüyoruz. Bu gençlikten gelecek adına nasıl  bir şeyler bekleriz.
Başkaları medyayı ve medyatik araçları,  toplumu yüceltmek için kullanırken biz ise tarihimizi şerefimizi,   bu dizileri yaparak ve bu dizileri izleyerek ayaklar altına alıyoruz.
Ben şunu anlamıyorum. Arkadaş;  orandan burandan abuk sabuk filmler uydura bilirsin. İstediğin gibi film yapabilirsin. Ancak ne diye bu uydurduğun saçma filmleri, saçma kostümleri   tarihteki ulvi şahsiyetlerin üzerine giydiriyorsun. Neden benim kutsalıma , ecdadıma  tarihime kara leke sürüyorsun.
Ve serzenişim siz değerli halkıma;   ne diye sorgulamadan ecdadını,  izlenme rekorları uğruna  karalayan,  hiçbir gerçeğe uymayan abuk  subuk  filmleri izleyerek,   onları bu konuda daha fazla iştahlandırıyorsun….
Geçende Kazakistan’lı  dostlarımdan  biri ile bu konularda konuşuyorduk  bana hitaben dedi ki: Benim  Türkler hakkında hiçbir bilgim yoktu.  Sizi ilk önce dizilerden tanımaya başladım ve bu diziler yüzünden  Türklerden nefret etmeye başlamıştım  dedi. Ancak gerçek farklıymış… Ama şunu iyi bilin bütün dünya sizi bu  dizilerden tanıyor ve yurt dışında  hiç iyi bir imajınız yok dedi. Acı ama gerçek…
Birileri çıkıp şunu diyebilir;  ya işte,  öyle böyle olmazsa filmlerimiz hiç izlenmez.
A  benim akıllı evladım sen adam gibi filim  çektin de kim izlemedi. O nu da geç,   ‘’Çağrı’’ Fil mini düşün o filmi belki tam olarak Müslümanlar yapmadı ama yıllardır izleniyor… Bir kişi çıksın şurası kusurlu desin. Yeter ki senin niyetin düzgün olsun. Allah seni  bütün dünya da izlettirir ve sevdirir.  Niyeti, sütü bozuk olanların filmi de yarın çöpler de sürünür kendisi de yok olur gider.
‘’Diriliş Ertuğrul’  filmine dönecek olursak birileri fazla izlenme vb. kaygılarla diziyi tarihsel gerçeklikten çıkarıp kadınların etrafında dönen uzadıkça saçmalayan bir filme dönüştürüvermiş.  Arkadaş tamam kadın belki diğer filmlerdeki gibi cinsel dürtülere hitap etmiyor,   fakat işleri güçleri fitne üreterek insanları ekran başında tutmaya çalışıyorlar. Bu böyle olmamalı,  tekrar ediyorum bir yerde tıkanıp kalacak film. Evrensel değerler, milli ve manevi değerler ön plana çıkmalı. Yada film tadında bırakılmalı başka bir tarihsel konu ya geçilmeli…. Bizi yakıp yıkan bir diğer unsurda aşırılıklarımızdır. Bu filmde aşırılıklara kurban edilmektedir.
Sürekli kadın fitnesi ve dedikodusu ile uğraşan bir topluluk  ne beyliğe ne de devlete dönüşebilir. O ortaya çıktığında devlet veya toplum  zaten yıkılma sürecine girer.  Tarihte böyle olmuştur vesselam.
O yüzden senaristlere sesleniyorum:  Ya adam gibi fil mi toparlayın ya da kısa kesin Aydın havası olsun.
Filmlerinde , bırakın da biraz  tadı  damağımızda kalsın…
ALİ HANLI   26-11-2015
Düşünce ve yorumlarınızı bekliyorum…

24 Kasım 2015 Salı

DERVİŞ VE ÖLÜM


Derviş, geçti ömrün neylersin
Niçin hala  avare gezersin
Ecel geldi kapına
Yoksa ölüme çaren mi var

Ölüm hak,  Yaratandan tüm varlığa
Sen kalacağını mı sanırsın geriye
Bir gün düşeceksin sende eline
Geçeceğin,  başka kapın mı var

Ruh idin,  bedene büründün
Sonra hayat denen nimete kavuştun
İnsanları  hep yanında sandın
Kopmadığın dostun mu var

Derviş,   sakın hayata bel bağlama
Sen bir yolcusun  unutma
Allahtan başkasına kul olma
Gideceğin,  başka kapın mı var



Aldatmasın seni dünyanın güzelliği
Pek fanidir tüm  zevkleri
Unutturmasın sana asıl  gayeni
Ölüm ötesi için,  elinde neyin var

Derviş,  sakın korkma ölümden
Korkacaksan;  kork eksik amelinden
Ölümden kaçış yok ise
Salih amelinden başka yoldaşın mı var
Ölümden güzel nasihat mı var….

ALİ HANLI  22-11-2015

Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz” Hadis-i Şerif

17 Kasım 2015 Salı

AŞK

Aşk gönülden bağlanmaktır
Şelalelerin gürültü sesleri gibi
Kuşların kanat çırpışları gibi
Ağaçların bahara koşması gibi

Aşk engelleri aşmaktır
Ferat'ın dağları delmesi gibi
Mecnun'un çölleri aşması gibi
En güzel aşk zor olandır

Hz. Muhammed (s.a.v) gibi
Hz. Ömer'in Muhammed Mustafa (s.a.v) bağlanması gibi
En güzel aşk ALLAH (cc) bağlanmaktır.

Halim AYDOĞDU


15 Kasım 2015 Pazar

DERVİŞ VE ÇİLE


Derviş,  kah yokuş çıkarsın
Kah aşağı inersin
Derviş, neden inlersin
Çekilecek çilen vardır

Ne zormuş tepeleri aşmak
Dikenli yolları geçmek
Beyaz çiçek, mor kelebek
Sakın unutturmasın gayeni

Derviş düştü isen kalk geri
Sakın gitme geri
Hayat yolundaki çileyi
Göğüslemesini  bilmeli

Kah çile  çekersin , kah sefa sürersin
Derviş,  niye gerçeği  görmezsin
Hakkın rızasına ermez isen
Nasıl cennete gidersin?

Ocakta ki odun gibi yanmalı
Kor ateşlerde pişmeli
Buhar olup uçmalı 
Hakkın divanına  varmalı…

Ali HANLI

9 Kasım 2015 Pazartesi

DERVİŞ VE HAKİKAT


Derviş,  niye şükrünü sunmazsın
Bir çeşmeye vardın ise
Soğuk suya kandın ise 
Hani bunu şükrü nerde

Derviş yerde açar binbir çiçek
Dalda gizlidir binbir nimet 
Onları yoktan var eden
Bir perdede gizlidir

Derviş bin bir çiçek bin bir canlı
Hepsi ne kadar  nizamlı
Derviş bütün bunlara 
Hakikat gözüyle bakmalı


Derviş , dilin tut şu ağaçlar gibi
Tesbih et yaratanı aşıklar gibi
Yolun sonu görür gibi
Hakikata varmalı….
ALİ HANLI