31 Aralık 2015 Perşembe

ÖLÜCEZ GARİK DEĞİL Mİ





Merhaba Sevgili Dostlar.
Bu hafta sizlerle küçük bir hatıramı paylaşacağım.

Bahsedeceğim olay ben de derin iz bırakan ve beni geçmişe götüren bir hatıradır.

Yıllar önceydi bir yaz tatili akrabalarımı bundan önce sıkça yatığım gibi ziyarete gitmiştim.
Hedefimde az görüştüğüm annemin öz amcası ve bizim oranın diliyle ile “gelaba” dediğimiz yengem vardı. Güzel bir yerde,  köyün hafif dışında  ormana yakın, küçük şirin bahçeli, içinde meyve ağaçları olan, yaylalık diyebileceğimiz bir bağ evleri vardı. Bu evi yeni yaptırmışlardı.  Bu iki ihtiyar ömrünün son demlerinde burada yaşıyorlardı. Evlerine yalnız gittim.  Amacım ziyaret ve gönül alma, belki de helalleşme idi. Çünkü köye sadece yaz tatillerinde gidebiliyordum.
      Beni küçük yaşlı birkaç zağar (av köpeği) karşıladı. Korkmadan yanlarından geçtim ve bu küçük bağ evinin merdivenlerinden yukarı çıktım. Beni yengem merdivenlerde karşıladı.  Yaşlanmış, beli bükülmüş ve zayıf düşmüştü. Amcam ve gelebam beni görünce  çok memnun oldular. Ne ikram edeceğini bilemediler. Amcam, camın dibindeki divan da serilmiş yatakta yarı oturmuş vaziyette, çizgili pijamalarını giymiş, sanki mahpushane insanı gibi  öylece uzanıyordu. Bana “hoş geldin” dedi ve öperek  sarıldı.  Ben de yanına oturdum. Amcam elleri titreyerek  cebinden eski bir tütün sarma makinesi çıkardı, tütününü kağıda koydu ve makine ile sararak bir güzel telledi. Tütün sarma makinesi çok hoşuma gitti, biraz inceledim ve geri verdim. Anladım  ki çok eski bir makine idi. 
     Hoş sohbet derken, gelebam  elinde çay tepsisi olduğu halde  kapı  eşiğinden  sendeleyerek içeri girdi.

      Ben de onu karşıladım, elinden çay tepsisini aldım. Duygulu görünüyordu. Bana baktı ve aynen şu ifadeyi kullandı; “ölücez garik” değil mi?’’

Belli ki  bu hayat yolunun son demin de çok yorulmuştu.  Belli ki söylediğine kendisi de inanamıyordu, inanmak istemiyordu. Ama yıllar ve çileli  hayat bellerini bükmüş,  eşini yatağa atmış. Onu da bu ihtiyar halinde ona hizmetçi kılmıştı. Amcam ve yengem biraz inanç yönünden eksik kalmış insanlardı. Bunda onların değil, belki o dönemin  payı vardı. Köyler ihmal edilmiş, insanlar dinini doğru kaynaklardan öğrenememişlerdi. Gençliklerini hayal meyal hatırlıyorum.  Amcam çok avcı bir insandı. Daha birkaç yıl öncesine kadar zağarlar önünde, kendisi av elbiseleri içinde elinde tek  gırması, adeta asker gibi o dağ senin bu dağ benim avlanırdı. Onu sadece şöyle hatıralarıma kodlamıştım; bir çift zağar, tam tekmil avcı elbisesi  ve  belinde yer alan av filesinde tavşan. Çok avlanırdı. Kim bilir ne heyecanlar yaşamıştı,  hangi tavşanı nerede kovalamış, hangi dağlarda sabahlamış. Arkadaşları ile büyük bir av ateşi etrafında ne sohbetler etmiş, ne tavşan çevirmesi yapıp yemişlerdi. Belki sabahlara kadar  sohbetler etmişlerdi.  Ne de keskin gözleri vardı ne büyük nişancı idi kim bilir? Şimdi geriye kalan ise, sulanmış ve  buğulanmış bir çift göz tutmayan dizler ve deyim yerinde ise bu güzel bağ evinde mahpusluk hayatı  kalmıştı. Zağarlar ise aşağıda yiyip içip, yatarak miskince onu bekliyorlardı . En sadık olanlar onlardı  çünkü bu ihtiyar vaziyette bile olsa onları  terk edip gitmemişlerdi.
 
   Çayımı yudumladım ve ellerinden öperek dualarını da alarak çıktım. Bir daha o bağ evine onlar oradayken gidemedim.  Birkaç yıl sonra arka arkaya vefat haberleri geldi. Gurbette olduğum için cenazelerine katılamadım. Bana da o koca iki ömürden sadece bu küçük bir sayfalık hatıra kaldı. Allah  bütün Müslüman kardeşlerimize bu dünya da ve ahrette güzellikler nasip etsin.   
      Onları da  cennetine kabul eylesin. 
Bizlere de bu küçük hatıradan ders çıkarmak nasip etsin.
 Amin.

                      Ali HANLI

25 Aralık 2015 Cuma

KAN YADDAŞI UYANDI


            Yaz tatili için köyüme gitmiştim.  Arkadaşım Oğuz’la buluşup  biraz dolaşmaya çıktık. Oğuz benim köydeki ilkokul arkadaşımdır. Onunla, anıları tazelemek için önce köydeki eski ilkokulumuza,   ve daha sonra  eskiden köyde yaşadığım,  mahallemdeki komşularımı  ziyarete gittik. Köyüm bu günlerde İstanbul’a verdiği göçlerle  harabeye dönse de ben yine de köyüme değer veriyor. Belki köyde kalan son ilkokul arkadaşım ve birkaç akrabamı unutmamak için,  fırsat buldukça ziyarete gidiyordum.
Oğuzla beraber eski komşularımızdan birini ziyarete gitmiştik. Öğle vakti olmuştu her şey normal görünüyordu. Fakat dakikalar geçtikçe ruhumda bir daralma bir sıkılma meydana geldi. Oturduğum yerde oturamıyor hop oturup hop kalkıyordum. Nedenini bir türlü anlayamadım. Neden sonra saatin on üç yirmi  ye geldiğinin fakat ezanın okunmadığının farkına vardım. Sıkıntım bundan olabilir miydi? Dakikalar geçtikçe içimde bir boşluk hissettim.  Terlemeye kalbimde bir burkuntu hissetmeye, kıvranmaya başladım. Arkadaşım Oğuzun olumsuz tepkilerine rağmen belki beş altı  sefer niçin okunmuyor bu ezan diye sorup durdum.  Sanki damarlarımdaki kanlar çekilmiş içimdeki ışık sönmüştü.  En sonunda  arkadaşım Oğuz biraz da sıkılarak dedi ki:  “Bu gün imam, şehre pazara gitmiş olmalı,  o yüzden ezan okunmuyor.” Şaşırdım,   ürperdim, demek ara sıra ezan okunmuyor ha…  Hiç mi köyde ezan okuyacak biri daha yok.
Ne tuhaf oysa çocukluğumda hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Okula giderken gelirken, yatarken kalkarken, arkadaşlarımla oyunlar oynarken, ezan sesleri hiç susmazdı. Arkadaşlarla imamı bile taklit ederek ezanlar okur gülüşürdük. Bir gün ihtiyar bir kadın,  arkadaşımın ninesi , bize ezanı belki biraz çocukça  taklit ettiğimiz için  çok kızmıştı. “Ezanla niye dalga geçiyorsunuz?  Sizi gidiler sizi” diyerek bizi kovalamıştı. 
Ben bu olanlardan anladım ki Azerbaycanlı kardeşlerimizin dediği gibi ezanla ben bütünleşip kan yaddaşı olmuştum. Azeri kardeşlerimiz çocukken ruha işleyen bu türlü derin izlere, kan yaddaşı (yoldaş) derler. 
Ve bende hissettim  ki  bendeki yaddaş  uyandı.   Kurban olayım bu yaddaşa. Konu konuyu açıyor. Ezan, cami, minare deyince , daha aklıma pek çok şeyler geliyor.
Önemli yazarlarımızdan bir diyor ki  “Ezansız memleket,   bizim memleket değildir” 
Yine milli şairimiz Mehmet Akif  ne de güzel ifade etmiştir.
Şu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli 
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Durmasın inlesin inşallah..  kıyametlere kadar…
Yine bir şairimiz bu aziz  gerçekleri şöyle  dile getiriyordu:
Bilecik istasyonunda yaşlı ana
Oğlunu cepheye uğurlarken
Oğlum:  Babanı Dimetoka’da, dayını Şipka’da
Ağabeyini Çanakkale’de kaybettim
Sen benim son yongamsın
Sen de dönmezsen ben Allah’a emanetim diyordu
Git sen de git…

Minareler ezansız
Camiler Kur’ansız kalacaksa Sen de git

Ezan, vatan, Kuran kime emanet
 Ne büyük fedakarlık… 
Peki o büyük,  yüce insanların varisleri olarak bizler ne yapıyoruz. Camilere saygımız,  okunan ezanlara hassasiyetimiz ne kadar.
Kendimizi  mihenge bir vuralım.
İstanbul ‘da  Eminönü’ndeyim  o büyük o muhteşem Yeni Camiinin önünde. Etrafı panayır gibi sokak satıcıları, seyyarlar , herkes bir yerlere serilmiş, alışverişe gelen insanlar arı gibi, iğne atsan yere düşmeyecek,  o kadar kalabalık.  Ve ezanlar yükselmeye başlıyor. Ne acıdır ki uğultu hiç kesilmeden devam ediyor hiç kimse uğultuyu bastıran  ezanın farkında bile değil. Yüksek bir yere caminin merdivenine çıktım ve acı acı bu hazin manzarayı seyrettim. Ne olurdu sanki en azından bu büyük  uğultuda biraz olsun frenleme olsa …
Düğünlerimiz de  nadiren müziğe ara veriyoruz. Bazen içim kanıyor… ezan sesleri ile müzik sesleri birbirine karışıyor. Müziğe  ezandan dolayı ara verenlerden Allah bin kere razı olsun.
Bir keresinde Antalya da kızımla  lüna parka gitmiştim. Etrafa baktım lünaparkı işleten gençlere baktım her şey anormal duruyordu.  Gondolun üstündeki resimler, işleten şahısların saç sakalları, giyim kuşamları, hepsi birbirini tamamlıyor, insanı farklı bir dünyaya sürüklüyordu. Müzik  ise o biçim. Çılgın, kızlı erkekli pek çok genç bir ara gondolu doldurdu. Müzik coştu ve  gondol hareket geçti. Çığlıklar tam yükselecekti ki,  o beğenmediğim saçı sakalı birbirine karışmış lünaparkı işleten gençlerden biri,  bir ıslık çaldı. Bunu duyan diğer arkadaşı diğerine bir ıslık, derken lünaparktaki hareketlilik bir anda sona erdi. Gondol yavaşladı ve  durdu. Müzik sustu.” Ezan okunuyor ezan dedi” Bende bakakaldım. Bu  ilk ıslığı çalan gence hayranlık duydum. Ve hemen tanışmak için yanına koştum. Selam verdim ve elini sıktım ve ona şu soruyu yönelttim. “Sen mahalle baskısından dolayı mı yoksa hassasiyetinden dolayımı ezan okunurken bu müziği susturdun?”  O da,   kendim istedim her yerde aynı şekilde yapıyoruz dedi. Nereli olduklarını sordum. Manisalıyız dedi. Ve ezana saygı duymamız gerektiğini söyledi. Bende onu tebrik ettim ve oradan şaşkınlık içinde ayrıldım.
Ve biraz önce ki ön yargılı bakışlarımdan dolayı utandım. Allah işlerini rast getirsin inşallah.
Bize de , göçmen , belki dinsiz gibi algıladığımız bu insanlar kadar,  hassasiyet nasip etsin inşallah.
Ali HANLI

22 Aralık 2015 Salı

Mevlit Kandili nedir, anlamı ve önemi



Mevlid Kandili müslümanlar için neden önemlidir. Mevlid kavramı sözlükte "doğmak, doğum yeri ve doğum zamanı" anlamlarına gelmektedir. Mevlid Arapça'da "ve-le-de" kökünden türetilmiş bir kavramdır. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük Peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'in doğum gününü bu yıl 22 Aralık 2015 Salı gününü 23 Aralık 2015 Çarşamba'ya bağlayan gecede idrak edeceğiz.
 

Sevgili Peygamberimiz (sas)'in dünyaya teşrif ettikleri [20 Nisan 571 Pazartesi] Rabiülevvel ayının 12. gecesidir ki buna Mevlidi Nebi [Kutlu Doğum] denir. Kâinat ve beşeriyetin yüzyıllardır yolunu gözlediği o Peygamberler Peygamberi'nin doğum günüdür bugün.
 

Hz. İbrahim'in duası, Hz. İsâ'nın müjdesi ve dedesi Abdülmuttalip ve annesi Âmine'nin rüyasıdır. Fil vak'ası onu haber verdi. Doğduğu gece irhasât denilen bir takım olağanüstü hâdiseler cereyan etti.


Dünyanın doğusunu ve batısını aydınlatan bir nur görüldü. Sâve Gölünün suları bir anda çekiliverdi. Ateşe tapanların bin yıldır aralıksız yanmakta olan ateşleri hiç sebepsiz sönüverdi.
 

Asırlardır kupkuru olan Semâve Vadisi, seller altında kaldı. Gökyüzünden onlarca yıldız kaydı. Kisrâ'nın saraylarından ondört burc kendiliğinden yıkıldı. Kâbe'deki putların pek çoğu baş aşağı devrildi.
 

Şeytân, ölesiye çığlık kopardı. Daha ne gizemli olaylar iç içe ve peş peşe yaşandı. Nasıl yaşanmasındı ki Kâinatın Efendisi, İnsanlığın İftihar Tablosu Hz. Ahmedi Mahmudu Muhammed Mustafa (sas) dünyaya teşrif ediyorlardı. Bütün varlık O'nu ayakta karşılamıştı.
 

Doğum ânı öncesi hanei saadetleri nurla doldu, yıldızlar evin üzerine salkım salkım dökülecekmiş gibi aktı. 96 Seher vaktiydi. Bir ara Âmine validemizin kulağına müthiş bir ses geldi. Korkudan eriyecek gibi oldu. Bir de ne görsün? Bembeyaz bir kuş peydahlandı ve yanına geldi; sonra da kanatlarıyla Âmine'nin sırtını sıvazladı. Ne korku kaldı, ne kaygı. Yine doğum öncesi başka bir nur gözüktü. Âmine'ye bu nur ile Şam'ın saray ve köşkleri gösterildi. Kendisine ak bir kâse içinde şerbet sunuldu. İçer içmez de muhteşem bir nur bulutu kendisini sardı.

Tam o esnada mukaddes doğum gerçekleşti. O sıra ebesi Şifa Hatun gizemli bir ses duydu: Allah'ın rahmeti, Onun üzerine olsun! diye. Hattâ Rum diyarının bazı sarayları bile görünmüştü kendisine. Maşrık ile mağrib arası nurlara boğulmuştu. Annesinin anlattığına göre: Doğuda, batıda ve Kâbe"nin üzerinde bir bayrak gördüm. Doğum tamamlanmıştı. Yavruma baktım, secdedeydi. Parmağını da göğe kaldırmıştı. Hemen bir ak bulut inip onu kapladı. Şöyle bir ses işittim: "Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin. Tâ ki mahlukât Muhammed"i ismiyle, sıfatıyla, sûretiyle tanısınlar!" Biraz sonra da bulut gözden kaybolup gitti.
 

Hz. Âdem'den başlayarak devirlerden devirlere, aileden aileye intikal ede ede gelen o Biricik Nur, artık vücud sahnesinde varlık bulmuştu.
 

Efendimiz'in Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur. dediği kendi Nur'u, beden giymiş, görünür hâle gelmişti. Her çocuk doğunca yere düşerken, o ise ellerini yere dayamış, önce secde edip sonra da başını ve parmağını semaya kaldırmıştı.
 

Doğduğunda sünnetli ve göbek bağı kesilmiş vaziyetteydi. Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında peygamberlik mührü Hâtemi Nübüvvet vardı. Dedesi Abdülmuttalip adını Muhammed koymuştu. Övülen demekti. Zira onu Allah övmüştü; melekler, insanlar ve cinler de övecekti.
 

Sonra o Nur topunu alarak Kâbe"ye götürdü ve Allah'a duada bulundu: Bana bu temiz çocuğu ihsan eden Allah'a hamdolsun! dedi. Nasıl ki insanlara ve cinlere sonsuz mutluluğun yollarını gösterecek Nebi dünyaya teşrif edince bütün varlık ayağa kalkmıştı. Teşrifinden asırlar sonra da Doğdu ol saatte ol Sultânı Dîl / Nûra gark oldu semâvât ü zemîn S.Çelebi deyince mevlidhânlar, benzeri bir heyecanla Mü'minler Hoş geldin ey Kutlu Nebi! mânâsına ayağa kalkmaya devam ediyorlar. Bir edep anlayış ve göstergesi olan bu hürmet ve tazimlerini, O'na arz etmeye çalışıyorlar...
 

Mevlid Kandilinde neler yapılmalı?
 

Sadece mevlid kandilinde yapılması gereken özel ibadetler yoktur. İşte her kandil gecesinde yapılması gereken ibadetler:
 
1. Kur"ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur"ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah"a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.
 
2. Peygamber Efendimiz (sas)"e salât ü selâmlar getirilmeli; O"nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.
 
3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.
 
4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah"ın benden istekleri nelerdir” gibi konular başta olmak üzere hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.
 
5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; ve şimdinin ve geleceğin plân ve programı belirlenmeli.
 
6. Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede bulunulmalı.
 
7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.
 
8. Mü"minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.
 
9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı;gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.
 
10. Kişi kendine ve diğer Mü"min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli.
 
11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.
 
12. 
Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.
 
13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.
 
14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va"z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.
 
15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.
 
16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk"a niyazda bulunulmalı.
 
17. 
Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.
 
18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.
 
19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.



14 Aralık 2015 Pazartesi

ÖZÜM KÖYÜMDE SAKLI


Katlanamıyorum kalabalıklara, kaba gürültüye
Duymak istemiyorum araç,  yahut korna sesleri
Arıyorum köyümün bin bir türlü  kuş seslerini
Alın götürün beni, özüm köyümde saklı

Havam kirli suyum kirli, yediklerim ne belli
Çekemiyorum,  içi  boş kalabalıkları
İstiyorum  köyümün tertemiz gıdasını
Alın götürün beni, özüm köyümde saklı

İnsanlar yığılmış  kat kat,  olmuş canavar
Birbirini tanımayan niceleri  var
Selamsız sabahsız dolaşanlar
Alın götürün beni, özüm köyümde saklı


Uyanmak istiyorum horoz ve kuş sesleriyle
Bakmak istiyorum doğan güneşe özgürce
İçmek istiyorum pınarlardan  temizce
Alın götürün beni, özüm köyümde saklı

Koyunlar kuzular melesin 
Dede torun sevgiyle dinlesin
Yaylalarında insanlar serinlesin
Alın götürün beni, özüm köyümde saklı
Ali HANLI  05-08-2015