26 Ocak 2016 Salı

ÇOCUKLUK





Daha dün idi,  fistan gibi önlük üzerimde 
Lastik pabuçlarımla, okulda  seğirttiğim
Kavurgam cebimde
Tahta atlara binip,  taş duvarlar arasında 
Ateş edip , silahçılık oynadığım

Tahta atım,  Met çelik çubuğum
Atladığım ipim, kağıt üçgen uçurtmam, 
Şeker pancarından arabam
Şimdi hangi yerlerde kim bilir?

Şu killik üstü, şu karşı ki dağlar 
Kim bilir hangi anılarımızı saklar
Tepeden  aşağı lastik tekerimi  yuvalar
Ardından seğirtip derede yakalar
Ne güzeldi… çocukluğumda oyunlar



Ey çocukluk!  
Senle güzel dağlar, taşlar, ovalar
Etrafta koşturmaca nice hayvanlar
ufacık taşlar , ellerimizde uçurtmalar
Seninle… ne kadar  güzeldi  oyuncaklar

Bahar gelince dağlara, ovalara  koşar
 Ebegümeci daha nice otlar
Toplayıp sepetine minicik  kızlar
Neşeyle evlerin  yolunu tutar
Ne güzel…çocukluğumdan  bu  anılar

Köyümün pınarlarından kaynayan sular
Avuç  avuç içse , insan  doyar.
Yemyeşildi rengarenkti ovalar
Küçük küçük  akan sular
Ne güzeldi çocukluğumda  bütün varlıklar

Şimdi kaç yıl oldu sana dönmeyeli 
Ey çocukluk!
Ne kadar sürermiş bu kısa yolculuk
Tebessüm edip hatırlarım…
 Senden kalan, bu  ne kadar  güzel  mutluluk 
Senden kalan, bu  ne kadar  güzel  mutluluk.

ALİ HANLI

17 Ocak 2016 Pazar

İNSAN OĞLU DA OĞLAK GİBİ MELERMİŞ

On,  on beş yıl önceydi. Komşu köyümüzden bir arkadaşımın annesi olan bir merhumenin cenazesi için komşu köye gitmiştim.  Bahar ayının ilk ve en güzel gülerinden biriydi. Her yeri bahar kokuları sarmış ağaçlar çiçek açmış, otlar yeni yeni yeşermeye başlamış kelebekler havada uçuşuyordu. Ben de cenaze evinin önünde etrafı seyre dalmıştım. İnsanlar söz de cenaze için  bir araya gelmişti fakat evin hemen önünde,  köyü bir baştan bir başa saran meranın  hemen başında, ağaç gövdelerinden oluşan oturacaklara oturmuşlar herkes kendi arasında sohbet ediyordu. Kimi oğlundan,  kimi eşinden, dostundan bahsediyordu. İnsanlar  güneşin bu ilk okşayan, ısıtan, tatlı  hüzmeleri  altında  adeta güneşleniyorlardı. Etrafta keçiler dolaşıyor, eşekler otluyor bütün varlıklar bu güzel günün tadını çıkarıyordu.

Cenaze evinin avlusunda keçiler ve  yeni doğmuş yavruları, oğlaklar da vardı. Zaten bu aile hayvancılıkla uğraşan  yıllardır keçi sürüsü besleyen, çobanlık yapan bir aile idi.  Üç erkek kardeşin üçü de bu hayvanları otlatıyorlardı. Bir ara avluda ki oğlakları seyre başladım. O esnada yeni doğmuş küçük bir oğlak;  annesini kalabalık keçi grupları arasında  kaybetti ve başladı  acı acı melemeye. Bu  sesi duyunca bir anda  içim ürperdi ve dikkat kesildim. Bu oğlak annesini birkaç dakika göremeyince acı acı inledi  inledi, hiç durmadan bir o yana bir bu yana koştu, sonra da annesini görünce  koşa koşa  yanına giderek  hemen annesinin memelerini bularak emmeye başladı. Annesi de  onu koklamaya ve yalamaya başladı.

İşte  bu  ilginç manzarayı izledikten sonra  avludan cenaze evinin merdivenine yöneldim.. Merdiven köye bakıyordu manzara çok güzeldi. Köy yemyeşil görünüyor, adeta tüm güzelliği ile insanı kendine çekiyordu. 
Tam o esnada  arkadaşım olan merhumenin oğlu  Ahmet’i  fark ettim.

Arkadaşım da aynen benim gibi merdiven korkuluklarına dayanmış yüzü köye dönük belki benim biraz önce anlattığım ne varsa aynen görüyor, fakat anladım ki yüreği kafası bambaşka duygularla dolu,  kalbi alev alev yanıyordu. Arkadaş merdivene yaslanmış ve köye doğru ciğerinden gelen bir uğultu ile haykırıyordu.  Allah’ım bu ne acı bir manzaraydı, yıllardır etrafında dolaştığı beraber gülüp beraber ağladığı, her şeyden öte  annesini kaybetmenin verdiği nasıl bir acıydı. Arkadaş adeta  acı acı inliyordu. Yine duygularım depreşti.   Yarab  bu nasıl bir hissiyat, bu nasıl bir dile gelişti. O anda biraz önce gördüğüm manzara gözümün önünde canlanıverdi. Ve hissettim ki arkadaşımın  sesi bana,  daha birkaç dakika önce gördüğüm, annesini kaybeden küçük oğlak melemesinden hiç mi hiç farksız geldi.

 Ve anladım ki…   İnsanoğlu da annesini kaybedince onun  ardından, tıpkı oğlak gibi acı acı  melermiş.

                                                                                                      ALİ HANLI

2 Ocak 2016 Cumartesi

HÜR OLUP YÜKSELMELİYİZ ULU BÜTÜNE



UZAKTAKİ KARDEŞİME
” Bu şiir, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşına atfen,
Büyük şair Mağcan Cumabay tarafından
Kazakistan’da 1918-1919 kışında yazılmıştır.”


Uzakta ağır azap çeken kardeşim
Solmuş laleler gibi kuruyan kardeşim
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim
Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim
Ey Pirim! Değil miydi Altın Altay
Anamız bizim? Bizlerse birer tay
Bağrında yürümedik mi serazat
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Alaca altın aşık atışmadık mı?
Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?
Anamız olan Altayın ak sütünden
Beraber emip, beraber tadışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak
Şarıldayıp, gürül-gürül dağdan inerek
Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi
Dilesek bir bir atlar, tıpkı Burak
Altay’ın altın günü nazlanarak
Gelende sen pars gibi bir er olarak
Akdeniz, Karadeniz ötelerine
Kardeşim, gittin beni bırakarak
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam
Uçsam diye davransam bir türlü uçamam
Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı
Yavuz düşman koyar mı şimdi beni
vurmadan
Kurşunlar genç yüreğime saplandı
Günahsız temiz kanım su gibi aktı
Kansız kalıp kuruyup bayıldım
Karanlık hapse sıkıca kapattı
Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı
Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı
Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi büyüten altın anam Altay’ı






Ey Pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılıp yılmayan yağan oklardan
Türk’ün pars gibi yüreği varken
Korkak kul mu olduk düşmandan sinen
Kudrete hamle eden Türk’ün canı
Gerçekten hasta mı, bitti mi hali?
Ateşi söndü mü yürekteki, kurudu mu
Kaynayan damarındaki atalar kanı
Kardeşim sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza
Layık mı kul olup durmak? Gel gidelim
Altay’a, ata mirası altın tahta
MAĞCAN CUMABAY

 





















HÜR OLUP YÜKSELMELİYİZ ULU BÜTÜNE 
Bu şiir Kazakistanlı kardeşimiz  büyük şair Mağcan Cumabay’ın 1918  yılında   Türkiye Türkler’i  için yazdığı şiire atfen;  bir minnet şiiri  olarak Uşak’ta (2016) kaleme alınmıştır.

Ey bizi unutmayan,   kendi uzakta 
Yüreği,  yüreğimizle çarpan  kardeşim
Ey kendi  esaretini unutup 
Dertlerimizle dertlenen,  kardeşim

Ey can kardeşim, ey kan kardeşim, ey yitiğim
Anamızdan ayrılalı beri biz, dertlerimizle büyüdük
Büyüyen biz değildik,  sanki çilemiz ve yükümüz
Dile gelmez dertlerimiz,  hasretiz  sana ey özümüz

Altaylardan kopan bir yel olduk, estik…
Yeni yeni yurtlara ,  obalara   kurulduk
Kılıçlarımızda kan,  can aldık can verdik
Nice nice  yeni  medeniyetler kurduk

Hatırlarım hiç unutmam bende Atamı 
Amansız düşmanlar  sarsa da  dört bir yanımı
Korkmam, kaçmam, bırakır mıyım hiç vatanı
 Üzülme kardeşim, boğacağız bir gün elbet düşmanı

Türkün kanı kurumadı, kurumaz asla
Üzeri küllense de, özü  için için  yanmakta
Düşmanlar başımıza gülle olup yağsa da
Can vermeye hazırız, yılmayız asla

Unuttuk sanma sakın kardeşim  sizleri
Unutmadık hiç aynı çadırda büyüdüğümüz günleri
Anarak mazideki o eşsiz destanları
Ruhumuzda esmekte  hep hasretlik yelleri

Ey kardeşim, kardeş kardeşi arar imiş her zaman
Ak sakal  dedelerimiz yol gösterirdi   bize her an
Yiğitçe cenk ederdik, güreşirdik   hiç durmadan
Sığamazdık obalara, taşardık ovalardan


 Ey yiğit kardeşim, sen o yanda ben bu yanda 
Kardeşlerimiz saçıldı hep dört bir yana
Biliriz  hepimiz, ulu  bütünden bir parça
Türk’ün ayak bastığı her  yer Türk’ün ola

Ey kan kardeşim, hür olmalı atlarımız
Obalarımız, diyarlarımız, yükselmeli  her an adımız
Türk’e kilit vurulmaz, dağları parçalarız…
Bir volkandan  kopan,  kor alev  parçasıyız

Korkma kardeşim korkma!  Uç sende özgürce
Sakın geri durma, düşman beni vurur diye
Hangi kartal uçmamış ki  hiç yeryüzünde
Hür olup yükselmeliyiz  ulu bütüne…
Ali HANLI

 
Türkiye’de  özellikle Uşak’ta   okuyan onlarca  Kazak öğrenci kardeşlerime  ve kardeşliğe gönül veren tüm dostlarıma selam olsun…