17 Haziran 2016 Cuma

TUT BENİ EY ORUÇ




Rahman Ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Merhaba Değerli Dostlar
Aylardan en mübarek en şerefli ay Ramazan geldi,  hoş geldi  bizlere şeref verdi.
Günler günleri aylar ayları kovaladı ve  elhamdülillah  on bir ayın  sultanı Ramazan’a  kavuştuk.
Bu kutlu aya belki bazıları ulaştı ancak bazıları ulaşamadı.  Belki bazıları da seneye Ramazan’a ulaşamayacak. Bunu bilemiyoruz.  Gaybı ancak Allah bilir.  Bir gerçek var ki o da eğer bu Ramazana ulaştık ise,  Allah’a sonsuz kere şükretmemiz   ve  bu mübarek ayın hakkını vermemiz gerektiğidir. 
Sevgili kardeşlerim her geçen gün Ramazan’ın manevi atmosferini daha az hissetsekte Ramazan’ı ne sokağımızda ne koca koca caddelerimizde göremesek te,  şikayetleri,  eyvahları bir kenara bırakıp, herkes bu Ramazan’ı iliklerine kadar hissetmek için elinden geleni yapmalı her anı  her fırsatı  değerlendirmelidir.  Evet Müslüman uyanık ve çalışkan olmalıdır. Nasıl ki bir çiftçi yaz mevsiminde hasadını en güzel şekilde yapıp erzağını,  azığını kış için,  o hararetli  sıcakta  canla başla çalışıp,  ambarına dolduruyorsa,  Müslümanda aynen öyle olmalı bu mübarek ayda sevap haznesini doldurabildiği kadar doldurmalıdır.  Çünkü gelecek sene ya çıkar ya çıkamaz. Sanki  her an ölecekmiş gibi ahret yurdu  için azık  toplamalıdır. 
Ramazanda oruç tutmak  sadece aç kalmak değildir. Mümin eline, ayağına,   hem diline ve gözüne de oruç tutturmalıdır.  Açlık sadece bunları yapmamızı  kolaylaştırır,  nefsimize daha kolay  hakim olmamızı sağlar. Ancak bir Müslüman ki sadece aç aç akşama kadar boş boş dolaşsa haramlara helallere dikkat etmese ancak aç kaldığı kadar  sevap alır belki de sevabına hiç  nail olamaz. Oysa hakiki manada orucunu tutarsa karşılığını,  orucuna verilecek sevabı  biz   bilemiyoruz.  Makbul bir  orucun karşılığını ancak Allah biliyor.
Oruç ile ilgili hadislerinde Peygamber Efendimiz (sav) buyuruyor ki: "Adem oğlunun her ameli katlanır. Bir iyilik yedi yüz misline kadar katlanabilir. Yalnız oruç müstesna. Çünkü onun mükafatını Allah verecektir. Oruçlu iken iki ferah vardır. Birincisi iftar zamanının sevinci, diğeri Rabbine ulaştığı zamanki sevinçtir" (Müslim)
 Bize düşen ise  kullukta zirveye ulaşmaya çalışmaktır. Bu ayda bol bol kuran okuyarak, her akşam ihtiyaç sahiplerini ve öğrencileri  iftara davet ederek akşamları cami,  cami  teravihlere koşarak belimiz  çatlayıncaya kadar sevap yüklenmeli,  Allah rızasına ermek için koşturmalıyız.
Binbir çeşit yemek ile değil sadace dost akraba ile  değil,    birkaç çeşit yemek ile evini,  ocağını her gün herkese açmalı onlara da Ramazan’ı Ramazan olarak hissettirmeli. Yoksa ramazan ne davulda ne zurnada ne oyunda ne eğlencedir. Ramazan gönüllerde olmadadır, gönüllere girmektedir.
 Bir taraftan ramazan eğlenceleri düzenleyip insanları akın akın Allah’ın hoşnut olmadığı mekanlara,  kalabalıklara çağıracaksınız ve  bir yerde ezan bir yerde müzik sesi  hepsi birbirine karışacak. Diğer tarafta mahsun boynu bükük birkaç saftan oluşan  teravih namazları….
Bu ayda mümin  namazlarını daha şuurlu kılmalı , Kuran-ı  anlamaya çalışmalı, hatta dini terbiye sağlayan en güzel kaynak kitapları okumalıdır. Örnek olarak Dilini Tutan Kurtuldu ve Gözümü Haramdan Nasıl Korurum,  ve Niçin Namaz  adlı kitapları yavaş yavaş sindire sindire okumalı ve öğrendiklerini hemen tatbike koyulmalıdır. Ramazan da tertemiz ve pak olmak için coşmalı.

Tut beni ey oruç,  tut ki şu bedenim ve ruhum tertemiz olsun
Sen ne büyüksün ki müminleri  cehennemden kurtarıyorsun.

Birkaç kelamımda oruç tutmayanlar için olacak.
Pek çok kardeşimiz  niçin oruç tutmuyor bilemiyorum  ancak   keşke en azından batılılılar,  gayri müslimler kadar biz  oruçlu insanlara saygılı olsalar.
Bu insanlar diyorlarsa ki hava sıcak günler uzun. Ben de derim ki vallahi cehennemin sıcağı  bu sıcaktan bin kere,  milyon kere daha şiddetlidir.
Ayrıca emir yüksek yerden olunca on-on beş  saat aç kalmanın  lafımı olur.
Bizler  inanıyorsak on beş saat değil  on beş gün olsa açlıktan yerlerde sürünüyor  ve  açlıktan ölecek olsak dahi yine de orucumuzu tutmaz mıyız.
Rahman ve rahim olan rabbimiz bizlere kaldıramayacağımız yükü asla yüklememiştir.
Haydi kardeşlerim küçük yaşta çocuklarımızı oruca alıştıralım  onlara sahuru iftarı bizzat yaşatalım ve  onlara orucu sevdirelim ki ahirette bizden davacı olmasınlar. Allah Ramazanınızı mübarek eylesin..
Arslanbek HAN   16.06.2016

3 Mayıs 2016 Salı

MİRAC KANDİLİ




Mirac Kandili, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) Efendimizin gecenin bir anında Mekke'deki Mescid-i Haram'dan Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya, oradan da göklere seyahat ettirildiği mübarek gecenin adıdır. Nitekim Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de; "Kulu Muhammed'i bir gece Mescid-i Haram'dan kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ın şânı yücedir.Doğrusu O, işitir ve görür." (İsra Suresi:1) buyurmuştur.
Peygamberimizin hayatı içinde önemli bir yeri olan Mirac, Allah'ın sevgili Rasûlünden başka hiç kimseye sunmadığı ilahî bir ihsandır.
Yüce Peygamberimiz için pek büyük şan ve şereflerle dolu olan Mirac mûcizesi, biz müslümanlar için de ilahî rahmetler ve lütuflarla doludur.
Mirac olayının biz müslümanlar için en önemli sonuçlarından birisi, hiç şüphe yok ki, dinin direği olan namazdır. Namaz, bize bir Mirac hediyesidir. Onun içindir ki, namaz mü'minin miracı olmuştur. Nasıl ki, yüce Peygamberimiz Mirac'ta vasıtalardan arınmış olarak Mevlası ile karşı karşıya geldi ise, mü'min de namazda vasıtasız olarak doğrudan doğruya Rabbinin huzuruna çıkar; sadece O'na kulluk etme ve sadece O'ndan yardım isteme  fırsatı bulur. Eğer mü'min, günde beş vakit namazını dikkatle ve huşu içerisinde kılacak olursa, o namaz onun için bir Mirac olur, kul onunla Hakk'a yol bulur.

Böyle müstesna bir gece vesilesiyle sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'e vahyedilen, insanlığı mutluluğa götürecek prensipleri de hatırlamak lazımdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de Mirac'ın ruhî hallerinden söz edilirken: "Allah kuluna vahyedeceğini etti"(2) buyurulmaktadır. Bu vahyedilen hakikatleri şöylece özetleyebiliriz: "Allah'a ortak koşulmayacak, yalnız O'na kulluk edilecek ve yalnız O'ndan yardım istenecektir. Anne ve babaya hürmet edilecek, onların duaları alınacaktır. Zinaya yaklaşılmayacaktır. Haksız olarak kimsenin canına kıyılmayacaktır. Yetimlere iyi muamele edilecektir. Ölçü ve tartıda doğruluk üzere olunacaktır. Bilmediğimiz bir şeyin ardından körü körüne gidilmeyecek, şuurlu hareket edilecektir. Yeryüzünde kibir ve gurur taslayarak yürünmeyecektir."
Bu saydığımız prensipler hiç şüphe yok ki bir toplum için gerekli bütün ahlâk ve fazilet kurallarını ihtiva etmektedir.
İşte Mirac gecesi böyle mübarek bir gecedir. Bu geceyi ihya ederken, bu gecede vahyedilen üstün gerçeklere kulak vermeliyiz. Yalnız Yüce Mevla'ya kulluk etmeli, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalıyız.

Mirac gecesi, ulvî bir gecedir. O halde bu mübarek geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli, ibadetle Allah'a karşı şükran borçlarımızı ödemeliyiz; namaz kılmalı,  Kur'an okumalı ve Allah'tan af ve bağış dilemeliyiz, çoluk çocuğumuza bu gecenin anlam ve önemini öğretmeliyiz. Çevremizdeki yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım ellerimizi uzatmalıyız. Annemizi, babamızı ve büyüklerimizi ziyaret edip ellerini öpmeli ve dualarını almalıyız. Ebediyete intikal etmiş olanlarımızı rahmetle anarak ruhlarını şadetmeliyiz. Dostlarımızla tebrikleşmeli, sevgi ve saygı duygularımızı perçinlemeliyiz.

Kandilleri birer fırsat bilmeli, bu müstesna zaman dilimlerinde Allah'a daha da yakın olmaya çalışılmalıdır. Bilelim ki, Allah'a yakınlık, O'nun emirlerini yerine getirmek, yasak ettiği şeylerden kaçınmakla mümkündür.

18 Nisan 2016 Pazartesi

Kır çiçeğim

Ellerimden tut uçur beni
Mavi gökyüzüne
En güzel sevdiğim kır çiçeğim
Nurlandı yüzün gel artık yüreğime 
Tek bildiğim sevdiceğim
İsmin her zaman aklımda 
Ve yüreğimde saklı 
En güzelide ne biliyormusun 
Hakkıyla sana kavuşabilmek
Aşkından deli divane olabilmek
Leylekler gibi sana uçabilmek
İnciden bir sızı olabilmek yüreğine
Melek yüzlüm kır çiçeğim..
     Halim AYDOĞDU 18.04.2016


12 Nisan 2016 Salı

Sonunu Düşünen Yokmu

Bir genç ölüyor çaresizce 
Ana feryadı yürekte
Bombalar patlıyor sessizce
Dur diyen yokmu 
Binler kahpe olmuş ırakta(uzak)
Ses çıkaran yokmu
Daha kaç genç ölecek
Daha kaç ana feryat edecek
Kaç çocuk babasız yürüyecek
Bunları düşünen yokmu
Elbet gün gelecek
Herkes hesaba çekilecek
O gün geldiğinde
Babasız çocuk yürüyecek 
Kendini düşünen yokmu.
      
            Halim AYDOĞDU 13.04.2016

Güzel Kız

Ellerinden tutsa, çıksa bulutlara,
Melekler şahid,uçan kuşlara,
inleyen nâmeler, güzel şarkılara,
Ne güzeldi, seninle yaşamak,
En güzeli de hayallerde yaşlanmak.

Âğlâma güzel kız;bu zaman da geçecek,
Laleler açınca, her şey düzelecek.
Teyzeler, sana dua edecek,
Ilgazdan, haber geldiğinde.
Neyzenler senin için, ötecek,
Emekleyen bebekler, yürüyecek,
Ravzasına vardığında...
        Halim AYDOĞDU 14.04.2016

YAĞMUR


Masmavi gökyüzü saklanıyor, bulutların arkasına
Rüzgarın getirdiği toprak kokusu geliyor insanın burnuna
Tek tek düşen yağmur damlaları ıslatıyor,
Ağaçları, sokakları, caddeleri ve insanları,
Yağmur hafif hafif kendini hissetirmeye başlıyor
Çok geçmeden boşalırcasına yağıyor yağmur
İnsanlar Yağmurdan kaçacak yer arıyorlar
Bazıları saçakların altlarında duruyor
Yağmurun muhteşem güzelliğini izliyorlar
Yağmur yağdıkça caddelerin tozunu yıkıyor ve
Sokakların, caddelerin, güzelliği çıkıyor ortaya,
Baharın gelişini müjdeliyor, insana yağmur
Hafifleyen yağmurun arkasınadan çıkan güneş
Rengini gökkuşağına bırakıyor,
Aman Allahım bu ne güzellik
Masmavi gökyüzü,  yemyeşil ağaç
             Halim AYDOĞU 12/04/2016

21 Mart 2016 Pazartesi

AZAD KUŞLARI VE VEDA



Merhaba değerli okurlarım.
Bu hafta sizlerle yine kendinizden bir şeyler bulacağınız küçük bir hatıra ile son kez karşınızdayım.
Eskiden, biz çocukken özellikle yazları köyümüzde,  evlerimizin pencereleri ve balkon kapıları açıkken türlü türlü  kuşlar evlerimize girerlerdi. Bu kuşlar genellikle  güvercin, kumru, serçe veya karatavuk dediğimiz kuşlardandı. Biz  o minik bedenlerimizle uzun uğraşlar sonunda  bu kuşu yakalardık. Daha sonra o dönemde gelenek olduğu üzere bu kuşları hemen kardeşlerimizle balkona götürür ve  sonra şu manidar sözleri tekrarlayarak,  o minicik ellerimde tuttuğumuz zavallı kuşu havaya bırakırdık.
O sözleri tam olarak hatırlayamasam da sanırım şöyleydi.
Azad mazad öte dünyada beni gözet
Azad mazad  öte  dünyada beni gözet  şeklindeydi. 
Peki bu sözler ne anlama geliyordu hiç düşündünüz mü?
Acaba bu sözlerle yaptığımız fiil arasında nasıl bir bağ vardı.?
Ben biraz bunun  üzerinde düşününce;  bu yapılan fiil  ile tekrarlanan sözleri çok manidar buldum. Aslında yapılan,  kazara evimize girmiş olan bu kuşu özgürlüğüne kavuşturmak değil ayrıca hayvanı yaptığımız bu  fiile şahit tutma eğilimi vardı.
Tersinden düşünelim. O kuşu yakaladıktan sonra şunları da yapabilirdik. Hemen boynunu koparıp tavaya yada ocağa koyabilirdik. Yada kuşu ayağından bağlayıp evde maskara eder sonrada  onu kafese kapatabilirdik. Bunların hiç birini yapmayıp doğruca balkona koşmamız  milletimizin ferasetini ve  biz çocuklara o dönemde aşılanan  güzel bir ahlakı ( hayvan sevgisi) göster miyor mu sizce? 
Hem de kuştan şunu bekliyoruz. Biz seni özgür bırakıyoruz, azad ediyoruz, ancak sen de bunu unutma bize öbür dünyada, ahirette  yardım et bize şahitlik et diyoruz. 
Öldürmekle yaşatmak arasındaki ince  çizgi sanırım bu olsa gerek.
Peki ya şimdi neler oluyor dünyamızda?
Ne eskisi gibi kuşlar konuyor bahçemizdeki dallara 
Ne de evlerimize kuşlar giriyor. Balkonumuza konan kuşlardan bile rahatsısız oluyoruz.
Çocuklarımız birer canavar sanki, ellerinde havalı tüfeklerle kuşlara yaşama hakkı tanımıyorlar.
Ayrıca av denen illete yakalanan pek çok insanımız,  bırakın evimizin önüne gelen kuşları belki dağlarda özgürce dolaşan kuşları bile avlamak için yaz kış demiyor elinde silah, sanki düşman askeri kovalar gibi kilometrelerce yol katediyor. Peki ya niçin? Cevabı basit. Öldürmek için. 
Acaba insanoğlu öldürmek için mi var yoksa yaşatmak için mi ? 
Ben aslında kuşları çok severim. Ancak hiçbir canlının benim onlara olan muhabbetimden dolayı ne esir olmasını ne de ölmesini isterim. İşte o yüzden midir bilmiyorum hep yaşadığım evlere yakın olan ağaçlara kuş evleri inşa etmişim ve onlara orada yiyecekler sunmaya çalışmışımdır. Komşularım hep buna şahit olmuşlardır.
Keşke imkanımız olsa daralan, küçülen, doğal güzellikleri yok olan şu dünyada bütün canlılara en güzel mekanlar inşa etsek, onlara da yaşama hakkı tanısak, onları da korusak.
Ayrıca  ne insan ne hayvan hiç sebebsiz  ölmese, öldürülmese ne evsiz ne de yuvasız kalsa bütün canlılar.
İnsan en mukaddes varlıktır. Hem yaşayıp dünyayı imar edebilir hemde bütün canlıları  yaşatabilir, isterse dünyayı cennetlere çevirir.
Hz Mevlana’nın şu veciz sözü bütün bu anlattıklarımı ne kadar da güzel özetlemiştir.
"Allah der ki; Hayvanlar benim sessiz kullarımdır. Onlar şimdi zulme susuyorlar ama hesap günü konuşacaklardır!.."
Sevgili banaz.net okurları bu yazımla beraber sizlere uzun bir süreliğine veda ediyorum. Biliyorsunuz ki bir yılı aşkındır hiç ara vermeden yazmaya çalıştım.ne de güzel de oldu. Cuma Abimizden de Allah razı olsun. Her ne kadar ayrılmak zor olsa da bir başka baharda Allah’ın izniyle daha güçlü bir kalemle karşınıza çıkmayı ümit ediyorum. Bu gün hayatımın dönüm noktalarından biri. Yazılarıma gösterdiğiniz yoğun ilgiden dolayı Allah sizlerden razı olsun… Ayrılmak güç olsa da kavuşmak ümidiyle… 
Allah’a emanet olunuz….
 ALİ HANLI 07-02-2016
  

20 Mart 2016 Pazar

Hayaller Gerçeğe Dönüşmek İçin Kurulur



Merhaba Sevgili Dostlar

Yıllar içerisinde ben anladım ki hayaller gerçek olması için kurulur. Ve yine şunu anladım ki her ihtilalin her radikal atılımların önce fikri, hayali safhası oluşur.

İşte ben bu nedenden dolayı hayal kurmaktan hiç korkmuyorum,  bazen hayallerimin gerçeğe dönüşeceğinden şüphe duysam dahi,  bazı şeyleri hayal etmeden geri kalmıyorum… Belki bir gün hayallerim gerçeğe dönüşür ümidiyle yaşıyorum.  Benim öyle hayallerim var ki gerçeğe dönüşmek için gün sayar, ümitle gerçeğe dönüşeceği anı bekler.

Şimdi hayallerimi sizlerle paylaşacağım.    Sizlerle beraber hayal kuracağım.     Belki hayallerimiz gerçeğe dönüşür… Ne dersiniz?

Bir köy hayal ediyorum. İnsanları çok çalışkan, çok kanaatkâr. Daha gün doğmadan tarlalara, bağa, bahçelere gitmek için yollara düşer.  Hiçbir iş yıldıramaz onları.  Çalışmak ibadettir, alın teri kutsaldır onlar için. Ekmeklerini topraktan çıkarırlar. Alın teri ile toprağı yoğururlar adeta. Sonra da yüce yaratıcının güneşinde pişirirler. Haram nedir bilmezler, her zaman helal lokma peşinde koşarlar.

Koca koca tarlaları el birliği ile ekerler,  biçerler, hasat ederler.  Kavga gürültü, kin, nefret yoktur onlarda. Kuşlar kurtlar aç kalmaz hiç bu diyarda… Herkeste bir tebessüm herkeste bir iç huzur…

Ezan vakti camileri doldururlar. Yardımlaşma, komşuluk, misafirperverlik onlar için yaratılmıştır sanki.

Çocuklar sokaklarda oynaşırlar hep birlikte. Aileler kenetlenmiş birbirine, büyüklere saygı küçüklere şefkat en büyük erdem.  Kızlar ilmek ilmek çeyizlerini hazırlamada. Nineler ninniler söylemede torunlara.  Anneler babalar, ebeler, dedeler torunlar hep bir arada, her biri karıncayı incitmekten sakınmada.  Herkes işinde, gücünde,  toplum tarağın dişleri gibi nizami durmada,  sanki zincirin halkaları gibi birbirine geçmiş durumda.

Bir kent hayal ediyorum şimdi. Sokakları pırıl, pırıl tozun, kirliliğin zerresi yok. Yolları dümdüz her şey nizami,  eğrilikten eser yok. Binaları ışıl, ışıl cumbalı, kemerli balkonlar, önlerinden bahçeler, bahçelerde mis gibi kokan manolyalar, hanım elleri, güller,   menekşeler, … Her evin önü sanki cennetten bir köşe…

Etrafta ne çöp var ne en ufak gözü tırmalayan bir şey,  her şey ahenk içinde sanki ruhlarda açan bir çiçek.

Sabahlar ezan sesiyle dirilmede halk. İnsanlar gürül gürül camilere dolmakta. Kahvaltısını yapan halk arı gibi erkenden işyerlerine koşmakta. İnsanları çalışkan, insanları dört elle işlerine sarılmada her şeyin en iyisini yapmak için sanki bir yarış havasında.

Yüzlerde tebessüm alınlarda nur hiç kimse kimsenin hakkına göz koymamakta.  Bu halkta ne kin ne nefret; sanki içlerinde yaşıyor küçük bir cennet. Gençler ilim tahsil etmede. Öğrendikleri yüzlerine yansımakta genç ve dinamik zekâlarıyla her gün ülkenin geleceği için çalışmakta. İnsanları hoşgörülü insanları güler yüzlü, selam vermede herkes birbirine,   hiç kimse kardeşini kırmamakta,  herkes azami kul hakkına riayet etmede.   Gürültü, patırtı, kavga, asla yok. İnsanlarda eğrilikten eser yok.  Eşler arasında ne büyük nezaket,  çocuklar sanki onlara en büyük emanet.  Evde herkes görevini en iyi şekilde yapmakta,  hiçbir zaman israfı olmamakta. Bu şehirde kütüphaneler var koca koca, insanlar akın akın kütüphaneler koşmakta.   Akşamları kitap okur tüm aile, çay saatinde sohbetler edilmekte. Dedeler, nineler,  torunlar hep birlikte;  nede güzel eğlenmekte. Bu hanelerde hiçbir şey israf olmaz, sevgi saygı asla eksik olmaz. Çünkü küçük büyük herkes İslam’ın nuruyla yoğrulmakta, insanlar sadece bu dünya için değil, ebedi hayatı için de çalışmakta.

Haydi, kaldığım yerden devam edin lütfen… Devam edin ki hayallerimiz gerçeğe dokunsun inşallah…

Not: Hayallerim kelimelerle,  bu küçücük sayfalara sığmayacak kadar geniş…  Yazıyla ancak bu kadar ifade edebildim…  Eksiği kusuru var ise affola…

Sevgi ve saygılarımla…

Ali HANLI 07-02-2015

14 Mart 2016 Pazartesi

Günahları temizleyen on şey

Bir mümin işlediği hünahlardan on şey ile kurtulur
1 Tevbe yahut istiğfar ile
2 İşlediği hayırlı ameller ile
3 Dünyada başına gelen bela ve musibetlerle
4 Kabir suali ve azabı ile
5 Mümin kardrşinin ona dua ve istiğfaretmesi yahut amellerin sevabından ona hediye etmesiyle
6 Kıyamet günüarasatın korkulu halleri ile
7 Rabbinin rahmeti ve Resulullah efendimizin (s.a.v ) şefaati ile.
( İmam suyuti, Tuluu's-süreyya)

9 Şubat 2016 Salı

Elmalı kek



Elmalı Kek Tarifi İçin Malzemeler :

  • 4 adet yumurta,
  • 1,5 su bardağı tozşeker,
  • 1 su bardağı süt,
  • 1 su bardağı sıvı yağ,
  • 4,5 su bardağı un,
  • Kabartma tozu,
  • 3 adet elma,
  • 1 tatlı kaşığı tarçın,
  • 1 çay bardağı ceviz yada fındık içi,
  • 2 yemek kaşığı tozşeker.

Elmalı Kek Yapılışını

  • Bir kabın içine yumurtayı, toz şekeri koyalım ve iyice çırpalım.
    Üzerine sıvı yağı, sütü ilave edelim.
    Daha sonra unu, kabartma tozunu ilave edelim.
    Kek kalıbını margarinle yağlayalım.
    Hazırladığımız karışımın yarısını kek kalıbına dökelim.
    Elmaları soyalım ve küp şeklinde doğrayalım.
    Üzerine 2 yemek kaşığı toz şekeri  ilave edelim ve pişirelim.
    Daha sonra tarçını, ceviz ya da fındık içini ilave edelim ve karıştıralım.
    Hazırladığımız karışımın ılımasını bekleyelim.
    Hazırladığımız elmalı karışımı kek kalıbındaki, karışımın üzerine dökelim.
    Ayırdığımız diğer karışımı da elmalı kek hamurunun üzerine dökelim.
    Önceden ısıtılmış 170° fırında üzeri kızarana kadar pişirelim.
    Afiyet olsun


Elma hoşafı nasıl yapılır

Malzemeleri

  • 6-7 adet orta boy elma
  • 1,5 su bardağı şeker
  • 1 adet limon
  • Yeterince su

Yapılışı;

Elmaları soyup çekirdeklerini çıkarttıktan sonra küp küp doğrayarak bir tencereye koyun. Üzerine elmaları iki parmak geçecek kadar soğuk su ilave edin ve elmalar yumuşayana kadar suyla birlikte kaynatın. Elmalar piştikten sonra şekeri ve bir adet limonun suyunu ekleyin. 5-10 dk daha kaynattıktan sonra ateşten alın. Soğuduktan sonra servise hazırdır. Afiyet olsun.
Not: Kompostoyu ekşi elma ile yapacaksanız, limon suyu kullanmanıza gerek yoktur.


Elma Reçeli Tarifi

Elma Reçeli Tarifi İçin Malzemeler:

  • 4 adet elma,
  • 3 su bardağı toz şeker,
  • 3 su bardağı su,
  • 1 adet çubuk tarçın,
  • 2-3 adet karanfil,
  • Yarım çay kaşığı limon tuzu.

Elma Reçeli Yapılışı

Elmaların kabuklarını soyalım ve küp küp doğrayalım.

Tencereye toz şekeri, suyu koyalım ve 15 dakika kaynatalım.

İçine elmaları, tarçını, karanfili ilave edelim ve 20-25 dakika kaynatalım.(tarçını 6-7 dakika sonra alalım)

Sonra limon tuzunu ilave edelim ve ocaktan alalım.

Elma Reçelini cam kavanozda saklayalım.


1 Şubat 2016 Pazartesi

ESKİ DÜĞÜNLERİMİZDEN HATIRALAR…



Merhaba Dostlar.
Bazı yazılar, bazı hatıralar vardır ki gün geçtikçe değerini yitirmez aksine günden güne;  belki de yok olan şeyleri yeniden hayata sunduğu için değer üstüne değer kazanır… 
İşte size belki de bazılarımızın güçlükle hatırlayacağı kısa bir geleneksel  köy düğünümüzden hatıralar…
İki yıl önce yayınlanmıştı,  ancak önemine binaen bir daha yayınlıyorum… haydi sizde hafızalarınızı biraz yoklayınız lütfen  neler bulacaksınız neler…
       Eskiden köyümüzde düğünler olurdu. Cuma  günü akşam davulun çalınarak başlandığı davul günü,    cumartesi  ise  davul ve zurnanın  gelin evinin önünde  yürekleri hoplattığı, kağnıların şaha kaldırılıp evlerin pardılarına uzanan iplere, rengarenk fistanların, geleneksel kıyafetlerin   çeyiz olarak asıldığı çeyiz günü olurdu.    İnsanların bu iki gencin mutlu günlerinde düğünlerine gelirken yanlarında okular(hediyelik tepsi, tabak) pişmiş tavuklar getirirlerdi.  Kız evinden alınan  yatak,  yorgan, döşek ve sandıkların traktörlerle  daha  önceden kağnı ile  erkek evine götürüldüğü  kına kağnısı  olurdu.  Gelinlerin başları uzun bir külah şeklinde sert bir kartonla sarılır üzerine önce gelinin oyaları üstüne de  ciğa denilen deve  kuşu tüyünden  bir tek  tüy takılırdı. Gelin ata binerdi ya nasip derdi. Gelinin kardaşlığı olurdu damadın sadıcı.  Kızlar rengarenk fistanlarını, yöresel kıyafetlerini  giyer,  adeta bayram havasında  sokaklara doluşurdu.  Bütün köy halkı düğüne gelir ve düğün yemeklerine katılırdı. Yemekler keşkeksiz ve et yemeksiz olmazdı. Bütün yemekler çok lezzetli olurdu. Düğün günü gelinler dualarla tekbirlerle imam eşliğinde  kız evinden alınırdı. Anneler kızlarının arkasından ağıtlar yakar adeta kendinden geçerlerdi. 
Dışarda ise bir coşku  bir heyecan  bütün pardılarda toprak evlerin dambaşlarında,  pencerelerde  toplanmış kadınlar kızlar ve çocuklar, gelinin gidişini heyecan ve dikkat içinde  izlerdi Düğün sahipleri; kaba şekerler ve  bozuk demir paralar saçar  insanların üzerine, sonra bir uğultu kopardı bir toz duman…  Çocuklar para ve şeker kapmak için birbirlerini ezecekler.. Tekbirler eşliğinde başı ciğalı gelin atın üzerine bindirilir ve oğlan evine götürülürdü. Gelinin arkasından gençler geleneksel kıyafetlerle (beyaz gömlek üzerine  kıtırlı, pullu alı omuzlarına atarlardı ve tek sıra halinde yürüyerek seyman  takımını oluştururlardı.  Oğlan evinin önünde düğün evini sembolize eden üç renkten oluşan özel hazırlanmış bayrağın etrafında oynanır, bütün kadınlar yine kapılardan pencerelerden dambaşlardan düğünde oynayanları büyük bir dikkatle izlerdi. İslamoğlu gibi geleneksel  oyun havaları çalınır ve küçük büyük bütün erkekler bu teknik, tarihi oyunumuzu zevkle oynardı.
Ve özellikle  damat ve yakın akrabalar meydana çıkarılır oynatılırdı. Oynayanların başının üzerinden para çevrilir ve davul çalanlara hediye edilirdi. Bu oyunlardan sonra davetliler akşam üzerine doğru evlerinin yollarını tutarlardı.
Ertesi günü genellikle  pazartesi günü oğlan  evinde duvak denilen sadece bayanların katılıp çeşitli oyunların   oynadığı özel bir gün düzenlenir (duvak günü) ve böylelikle  mutlu bir  yuvanın temellerinin atıldığı,   kırk gün kırk gece sürmese de   üç gün üç gece    süren güzel  bir düğün sona ererdi.   
Ne diyelim: 
Gelinle damat erdi  muradına biz çıkalım  kerevetine …      ALİ HANLI

26 Ocak 2016 Salı

ÇOCUKLUK





Daha dün idi,  fistan gibi önlük üzerimde 
Lastik pabuçlarımla, okulda  seğirttiğim
Kavurgam cebimde
Tahta atlara binip,  taş duvarlar arasında 
Ateş edip , silahçılık oynadığım

Tahta atım,  Met çelik çubuğum
Atladığım ipim, kağıt üçgen uçurtmam, 
Şeker pancarından arabam
Şimdi hangi yerlerde kim bilir?

Şu killik üstü, şu karşı ki dağlar 
Kim bilir hangi anılarımızı saklar
Tepeden  aşağı lastik tekerimi  yuvalar
Ardından seğirtip derede yakalar
Ne güzeldi… çocukluğumda oyunlar



Ey çocukluk!  
Senle güzel dağlar, taşlar, ovalar
Etrafta koşturmaca nice hayvanlar
ufacık taşlar , ellerimizde uçurtmalar
Seninle… ne kadar  güzeldi  oyuncaklar

Bahar gelince dağlara, ovalara  koşar
 Ebegümeci daha nice otlar
Toplayıp sepetine minicik  kızlar
Neşeyle evlerin  yolunu tutar
Ne güzel…çocukluğumdan  bu  anılar

Köyümün pınarlarından kaynayan sular
Avuç  avuç içse , insan  doyar.
Yemyeşildi rengarenkti ovalar
Küçük küçük  akan sular
Ne güzeldi çocukluğumda  bütün varlıklar

Şimdi kaç yıl oldu sana dönmeyeli 
Ey çocukluk!
Ne kadar sürermiş bu kısa yolculuk
Tebessüm edip hatırlarım…
 Senden kalan, bu  ne kadar  güzel  mutluluk 
Senden kalan, bu  ne kadar  güzel  mutluluk.

ALİ HANLI

17 Ocak 2016 Pazar

İNSAN OĞLU DA OĞLAK GİBİ MELERMİŞ

On,  on beş yıl önceydi. Komşu köyümüzden bir arkadaşımın annesi olan bir merhumenin cenazesi için komşu köye gitmiştim.  Bahar ayının ilk ve en güzel gülerinden biriydi. Her yeri bahar kokuları sarmış ağaçlar çiçek açmış, otlar yeni yeni yeşermeye başlamış kelebekler havada uçuşuyordu. Ben de cenaze evinin önünde etrafı seyre dalmıştım. İnsanlar söz de cenaze için  bir araya gelmişti fakat evin hemen önünde,  köyü bir baştan bir başa saran meranın  hemen başında, ağaç gövdelerinden oluşan oturacaklara oturmuşlar herkes kendi arasında sohbet ediyordu. Kimi oğlundan,  kimi eşinden, dostundan bahsediyordu. İnsanlar  güneşin bu ilk okşayan, ısıtan, tatlı  hüzmeleri  altında  adeta güneşleniyorlardı. Etrafta keçiler dolaşıyor, eşekler otluyor bütün varlıklar bu güzel günün tadını çıkarıyordu.

Cenaze evinin avlusunda keçiler ve  yeni doğmuş yavruları, oğlaklar da vardı. Zaten bu aile hayvancılıkla uğraşan  yıllardır keçi sürüsü besleyen, çobanlık yapan bir aile idi.  Üç erkek kardeşin üçü de bu hayvanları otlatıyorlardı. Bir ara avluda ki oğlakları seyre başladım. O esnada yeni doğmuş küçük bir oğlak;  annesini kalabalık keçi grupları arasında  kaybetti ve başladı  acı acı melemeye. Bu  sesi duyunca bir anda  içim ürperdi ve dikkat kesildim. Bu oğlak annesini birkaç dakika göremeyince acı acı inledi  inledi, hiç durmadan bir o yana bir bu yana koştu, sonra da annesini görünce  koşa koşa  yanına giderek  hemen annesinin memelerini bularak emmeye başladı. Annesi de  onu koklamaya ve yalamaya başladı.

İşte  bu  ilginç manzarayı izledikten sonra  avludan cenaze evinin merdivenine yöneldim.. Merdiven köye bakıyordu manzara çok güzeldi. Köy yemyeşil görünüyor, adeta tüm güzelliği ile insanı kendine çekiyordu. 
Tam o esnada  arkadaşım olan merhumenin oğlu  Ahmet’i  fark ettim.

Arkadaşım da aynen benim gibi merdiven korkuluklarına dayanmış yüzü köye dönük belki benim biraz önce anlattığım ne varsa aynen görüyor, fakat anladım ki yüreği kafası bambaşka duygularla dolu,  kalbi alev alev yanıyordu. Arkadaş merdivene yaslanmış ve köye doğru ciğerinden gelen bir uğultu ile haykırıyordu.  Allah’ım bu ne acı bir manzaraydı, yıllardır etrafında dolaştığı beraber gülüp beraber ağladığı, her şeyden öte  annesini kaybetmenin verdiği nasıl bir acıydı. Arkadaş adeta  acı acı inliyordu. Yine duygularım depreşti.   Yarab  bu nasıl bir hissiyat, bu nasıl bir dile gelişti. O anda biraz önce gördüğüm manzara gözümün önünde canlanıverdi. Ve hissettim ki arkadaşımın  sesi bana,  daha birkaç dakika önce gördüğüm, annesini kaybeden küçük oğlak melemesinden hiç mi hiç farksız geldi.

 Ve anladım ki…   İnsanoğlu da annesini kaybedince onun  ardından, tıpkı oğlak gibi acı acı  melermiş.

                                                                                                      ALİ HANLI

2 Ocak 2016 Cumartesi

HÜR OLUP YÜKSELMELİYİZ ULU BÜTÜNE



UZAKTAKİ KARDEŞİME
” Bu şiir, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşına atfen,
Büyük şair Mağcan Cumabay tarafından
Kazakistan’da 1918-1919 kışında yazılmıştır.”


Uzakta ağır azap çeken kardeşim
Solmuş laleler gibi kuruyan kardeşim
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl gibi gözyaşı döken kardeşim
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim
Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim
Ey Pirim! Değil miydi Altın Altay
Anamız bizim? Bizlerse birer tay
Bağrında yürümedik mi serazat
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Alaca altın aşık atışmadık mı?
Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?
Anamız olan Altayın ak sütünden
Beraber emip, beraber tadışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak
Şarıldayıp, gürül-gürül dağdan inerek
Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi
Dilesek bir bir atlar, tıpkı Burak
Altay’ın altın günü nazlanarak
Gelende sen pars gibi bir er olarak
Akdeniz, Karadeniz ötelerine
Kardeşim, gittin beni bırakarak
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam
Uçsam diye davransam bir türlü uçamam
Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı
Yavuz düşman koyar mı şimdi beni
vurmadan
Kurşunlar genç yüreğime saplandı
Günahsız temiz kanım su gibi aktı
Kansız kalıp kuruyup bayıldım
Karanlık hapse sıkıca kapattı
Görmüyorum gece gezdiğimiz ovayı
Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı
Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi büyüten altın anam Altay’ı






Ey Pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılıp yılmayan yağan oklardan
Türk’ün pars gibi yüreği varken
Korkak kul mu olduk düşmandan sinen
Kudrete hamle eden Türk’ün canı
Gerçekten hasta mı, bitti mi hali?
Ateşi söndü mü yürekteki, kurudu mu
Kaynayan damarındaki atalar kanı
Kardeşim sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza
Layık mı kul olup durmak? Gel gidelim
Altay’a, ata mirası altın tahta
MAĞCAN CUMABAY

 





















HÜR OLUP YÜKSELMELİYİZ ULU BÜTÜNE 
Bu şiir Kazakistanlı kardeşimiz  büyük şair Mağcan Cumabay’ın 1918  yılında   Türkiye Türkler’i  için yazdığı şiire atfen;  bir minnet şiiri  olarak Uşak’ta (2016) kaleme alınmıştır.

Ey bizi unutmayan,   kendi uzakta 
Yüreği,  yüreğimizle çarpan  kardeşim
Ey kendi  esaretini unutup 
Dertlerimizle dertlenen,  kardeşim

Ey can kardeşim, ey kan kardeşim, ey yitiğim
Anamızdan ayrılalı beri biz, dertlerimizle büyüdük
Büyüyen biz değildik,  sanki çilemiz ve yükümüz
Dile gelmez dertlerimiz,  hasretiz  sana ey özümüz

Altaylardan kopan bir yel olduk, estik…
Yeni yeni yurtlara ,  obalara   kurulduk
Kılıçlarımızda kan,  can aldık can verdik
Nice nice  yeni  medeniyetler kurduk

Hatırlarım hiç unutmam bende Atamı 
Amansız düşmanlar  sarsa da  dört bir yanımı
Korkmam, kaçmam, bırakır mıyım hiç vatanı
 Üzülme kardeşim, boğacağız bir gün elbet düşmanı

Türkün kanı kurumadı, kurumaz asla
Üzeri küllense de, özü  için için  yanmakta
Düşmanlar başımıza gülle olup yağsa da
Can vermeye hazırız, yılmayız asla

Unuttuk sanma sakın kardeşim  sizleri
Unutmadık hiç aynı çadırda büyüdüğümüz günleri
Anarak mazideki o eşsiz destanları
Ruhumuzda esmekte  hep hasretlik yelleri

Ey kardeşim, kardeş kardeşi arar imiş her zaman
Ak sakal  dedelerimiz yol gösterirdi   bize her an
Yiğitçe cenk ederdik, güreşirdik   hiç durmadan
Sığamazdık obalara, taşardık ovalardan


 Ey yiğit kardeşim, sen o yanda ben bu yanda 
Kardeşlerimiz saçıldı hep dört bir yana
Biliriz  hepimiz, ulu  bütünden bir parça
Türk’ün ayak bastığı her  yer Türk’ün ola

Ey kan kardeşim, hür olmalı atlarımız
Obalarımız, diyarlarımız, yükselmeli  her an adımız
Türk’e kilit vurulmaz, dağları parçalarız…
Bir volkandan  kopan,  kor alev  parçasıyız

Korkma kardeşim korkma!  Uç sende özgürce
Sakın geri durma, düşman beni vurur diye
Hangi kartal uçmamış ki  hiç yeryüzünde
Hür olup yükselmeliyiz  ulu bütüne…
Ali HANLI

 
Türkiye’de  özellikle Uşak’ta   okuyan onlarca  Kazak öğrenci kardeşlerime  ve kardeşliğe gönül veren tüm dostlarıma selam olsun…